Geçmişin Gölgesinde Adalet İnanç Ve Demokrasi Arayışı
Türkiye'nin siyasi ve toplumsal tarihinde başımızdan geçenler, bugün ne yaşadığımızı ve nereye gittiğimizi anlamak için aslında bize tutulan bir aynadır. Demokrasiden, insan haklarından ve adaletten dem vuranların, önce kendi geçmişleriyle cesurca yüzleşmeleri gerektiğini söyleyenlere hiç de haksız diyemeyiz. Çünkü bu topraklarda geçmişte yapılan bazı uygulamalar, halkımızın hafızasında öyle derin yaralar açtı ki o izler hala tazeliğini koruyor. Bugün sizlerle bu toplumsal hafızayı tazelemek ve dünden bugüne nasıl bir bağ kurulduğunu üç mühim mesele üzerinden dertleşerek konuşmak istiyorum.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan İstiklal Mahkemeleri, kağıt üzerinde devrimleri korumak için hayata geçirilmişti. Ancak bu mahkemeler, olağanüstü yetkilerle donatılan, insanın en temel hakkı olan savunma payını bile çok gören ve verilen kararın geri dönüşü olmayan yapılar olarak tarihimize geçti. Özellikle 1925 yılındaki Şeyh Sait hadisesinden sonra bölgede kurulan mahkemelerde binlerce insan darağacına gönderildi. Bu süreçte sadece eline silah alıp isyan edenler değil, sadece farklı düşünen, farklı giyinen, hatta şapka giymediği için yargılanan masum insanlar da ağır bedeller ödedi. Hukuk devleti ilkesinden fersah fersah uzak olan bu siyasi gölge altındaki mahkemeler, toplumun adalet duygusuna vurulmuş en büyük darbelerden biridir. Bugün kalkıp adaletten bahsedenlerin o karanlık devri görmezden gelmesi, milletimizin gönlündeki güvensizliği daha da büyütmektedir.
Bir diğer sızımız ise 1932 yılında başlayan ezan meselesidir. Ezanın Arapça okunmasının yasaklanıp zorla Türkçeleştirilmesi, o dönem laiklik adı altında atılan ama halkın inancıyla çatışan en sert adımlardan biriydi. Ezan, tüm İslam dünyasının ortak sesidir, evrensel bir davettir. Bu müdahale, insanımızın doğrudan inancına, mahremiyetine yapılmış bir müdahale olarak görüldü. Aynı yıllarda camilerin kapısına kilit vurulması, Kur'an eğitiminin yasaklanması ve dini değerlerin toplum önünden silinmeye çalışılması, devlet ile millet arasında aşılması zor uçurumlar yarattı. Bugün hala yaşadığımız o kutuplaşmaların kökeninde, işte o günlerde yaşanan bu büyük travmaların izleri yatmaktadır.
Geldiğimiz noktada demokrasinin en büyük sınavı ise kendi içimizdeki tahammüldür. Farklı seslerin bir arada olması demokrasinin şanıdır. Fakat son dönemde özellikle muhalefet partilerinde şahit olduğumuz ihraçlar, bu sözlerin ne kadar boş olduğunu bizlere gösteriyor. Yıllarca partisine önderlik etmiş Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir ismin ihraç edilmeye çalışılması, sadece bir koltuk kavgası değil, parti içi demokrasinin nasıl can çekiştiğinin resmidir. Bunun yanında, parti içindeki yanlışlara ve yolsuzluk iddialarına ses çıkaran milletvekillerinin birer birer kapı dışarı edilmesi, o dillerden düşürülmeyen temiz siyaset sözünün ne kadar samimiyetsiz olduğunu kanıtlamıştır.
Demokrasi dediğimiz şey sadece sandıktan ibaret değildir; eleştiriye katlanmak, hesap verebilmek ve herkesin hakkını savunmakla olur. Geçmişin adaletsizliğini görmeyenler veya bugünün antidemokratik hamlelerini çarpıtanlar gerçek bir barış getiremezler. Gerçek bir lider, önce kendi tarihinin hatalarıyla yüzleşmeli ve adaleti sadece kendi yandaşı için değil, en uzağındaki insan için de talep etmelidir. Toplumsal barış, ancak birbirimizin acısını anladığımızda ve geçmişi dürüstçe değerlendirdiğimizde mümkün olacaktır. Yoksa o çok sevdiğimiz demokrasi ve adalet kavramları, siyasetçilerin ağzında birer süslü cümleden öteye gidemez.
İsmet Ünal
ANAHTAR KELİMELER
İstiklal mahkemeleri nedir, İsmet Ünal kimdir, Ezan neden Türkçeleştirildi, Kılıçdaroğlu ihraç edilecek mi, Demokrasi ve adalet nedir, Türkiye siyasi tarihi nasıldır, Parti içi ihraçlar demokratik mi,