FERTLER ÖLÜR, MİLLET YAŞAR
Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’in idam edilmesi, beni ziyadesiyle üzen, tarihimizin en acı ve en utanç verici vakalarından biridir. Milletine sadakatle hizmet etmiş bir Osmanlı memuru, dönemin siyaset oyunlarının ve işgal güçlerinin gölgesinde bir kurban olarak seçilmiştir. Oysa o, milletine sadık kalmış, görevini devletin verdiği emirler çerçevesinde yerine getirmişti. “Millet-i Sadıka” olarak anılan Ermenilerin, Rus kışkırtmasıyla Anadolu’da savunmasız Türk köylerini basarak yüzlerce masum insanı katletmesi üzerine devlet, güvenlik gerekçesiyle tehcir kararını uygulamıştı. Bu kararın uygulanmasıyla görevlendirilenler arasında Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey de vardı. Ne var ki güç dengeleri değiştiğinde, bu kez vatanına sadakatle hizmet edenler, işbirlikçilerin kurbanı hâline geldiler.
Savaşın sonunda Osmanlı İmparatorluğu çökmüş, İstanbul işgal altına girmişti. İngilizlerin baskısıyla kurulan Divan-ı Harb-i Örfî mahkemelerinde, kendi memurlarımız, kendi yöneticilerimiz, ecnebilerin talimatıyla yargılandılar. Kemal Bey de bu mahkemelerin önüne çıkarıldı. İthamı, sözde tehcir sırasında “katliam emri vermekti.” Oysa Kemal Bey mahkemede dimdik durdu, ne korktu ne eğildi. “Ben devletimin emrini yerine getirdim, vicdanım rahattır,” dedi. Kendisini ölümle yargılayanlara bile mertçe konuştu. “Ben memurum, bana verilen emri yerine getirdim. Ne haksız bir iş yaptım ne bir cana kıydım. Eğer adalet bu ise kahrolsun böyle adalet!” diye haykırdı.
Ancak karar çoktan verilmişti. Damat Ferit Paşa’nın İngiliz yanlısı hükümeti, işgalcilerin gözüne girmek için Kemal Bey’i kurban seçmişti. Mahkeme kararıyla değil, işgal kuvvetlerinin isteğiyle verilen bir idam hükmüydü bu. 10 Nisan 1919 sabahı Beyazıt Meydanı’na darağacı kuruldu. Kalabalığın önünde, başı dik, alnı açık bir Türk memuru son kez konuştu:
“Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna deniyorsa kahrolsun adalet! Borcum var, servetim yok. Üç çocuğumu milletime emanet ediyorum. Fertler ölür, millet yaşar. Yaşasın Türk Milleti!”
Bu sözler, bir idam sehpasında söylenmiş olmasına rağmen, milletin vicdanında ölümsüzleşti. O gün bir memur değil, bir dava adamı asıldı. O gün darağacında asılan, yalnızca Kemal Bey’in bedeni değil; Osmanlı’nın haysiyetine vurulan bir darbeydi. Onun çocuklarını millet sahiplendi, çünkü o çocuklar babalarının alnının akıyla bıraktığı emanetti.
Ne gariptir ki, tarih boyunca güç odakları değiştikçe, işbirlikçiler hep aynı rolü oynamıştır. Dün İngiliz’e, bugün başka bir güce yanaşanlar, kendi insanını, kendi vatan evladını feda etmekten çekinmezler. Ama millet unutmuyor; unutmayacak da. Kemal Bey, bir dönemin utancını değil, bir milletin vakarını temsil eder. Onun cesareti, sadakati ve adalet anlayışı, her türlü iktidar oyununa karşı bir vicdan çağrısıdır.
Mustafa Kemal Paşa da o günlerde bu olaya büyük üzüntüyle yaklaşmış, yakın çevresine “İşgal İstanbul’unda tanık olduğum en elim hadise budur” demiştir.
Yine Mustafa Kemal Atatürk, Mehmet Kemal Bey'in babasına:
"SEN ÖYLE BİR EVLAD YETİŞTİRDİN Kİ OĞLUN BU MEŞALEYİ TUTMASAYDI, BİZ BU ATEŞİ YAKAMAZDIK.
IŞIK TUTAN SENİN OĞLUNDUR."
Diyerek Kemal Bey'in aziz ruhuna verdiği önemi ortaya koymuştur.
Bu söz bile, meselenin sadece bir yargı kararı değil, bir vicdan yarası olduğunu gösterir. Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in darağacında gösterdiği vakar, yeni doğacak Cumhuriyet’in karakterini müjdelemiştir. Çünkü o, devlet otoritesini, millet sevgisini ve görev şuurunu bir arada taşıyan bir vatan evladıydı.
Tarih, güç sahiplerini değil, hakikat uğruna can verenleri yazar. Kemal Bey, o hakikatin adı oldu. Onu asanlar çoktan unutuldu, ama onun “Fertler ölür, millet yaşar” sözü bugün hâlâ yankılanıyor. Zira her devirde işbirlikçiler olur; ama milletin kalbi, her zaman sadakatle atanları hatırlar.