Nasıl Yaşarsanız Öyle İnanırsınız
01 Ağustos 2025 Cuma günü okunan “Hayâ: Allah’ın emri, fıtratın gereği” konulu hutbeye gösterilen tepkilerden anlaşılıyor ki, halkımızın bir kısmı yaşadığı gibi inanmaya başlamış.
Önce hutbe metninin tepki çeken bölümlerini hatırlayalım:
“…Hayâ, nefsin her türlü aşırılığına karşı gösterilen onurlu bir duruştur. İnsanı bütün kötülüklerden koruyan güçlü bir kalkandır. Hayâ, bir hayat tarzıdır. Fıtratın gereği, bedenin süsü, imanın hayata yansımasıdır.
…Maalesef, mahremiyetin pervasızca ihlal edildiği bir çağda yaşıyoruz. Günümüzde giyim sektörü, modacılar ve bazı medya çevreleri, “özgürlük” ve “çağdaşlık” adı altında çıplaklığı özendirmekte, örtünmeyi değersizleştirmektedir. Bu anlayış, kadını da erkeği de değerli bir varlık olmaktan çıkarıp izlenen ve tüketilen bir nesneye indirgemiştir. Oysaki insanın bedenini, mahremiyetini ve özelini toplum önünde sergilemesi; aklın, vicdanın ve fıtratın bozulmasıdır.
…Kısa giysiler ve şeffaf kıyafetler giyilmesi, nerede ve hangi amaçla olursa olsun Allah’ın örtünme emrini ihlaldir, haramdır. Uzuvları belli edecek şekilde dar elbise giyenler Allah Resûlü (s.a.s)’in ifadesiyle, “Giyinik çıplaklardır.”
…Allah’ın hayâ ve iffet konusunda erkeğe ve kadına yüklediği sorumluluk aynıdır.
…Uygunsuz kıyafetlerle toplumsal alanlarda, hele hele kurumsal özelliği olan mekânlarda bulunmak, asgari ahlak kurallarına bile meydan okumaktır. Bu, çağdaşlık değil, ilkelliktir. Ahlak ve edep ölçülerinin çiğnenmesine sessiz kalan herkes büyük bir vebal altındadır. Çünkü neslimizin iffetini, edebini ve ahlakını korumak hepimizin ortak sorumluluğudur.”
Orta seviyede bir din bilgisi ve kültürüne sahip her Müslüman bilir ki, bu cümlelerde dini hükümlerimize aykırı hiçbir şey yoktur. Muhatap sadece kadınlar değil; kadın-erkek herkestir. Çünkü hayâ, sadece kadınlarda değil, herkeste bulunması gereken ortak İslami bir değerdir.
633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un birinci maddesine göre “İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere” kurulan Diyanet İşleri Başkanlığımızın ahlaki değerlerimiz konusunda halkımızı uyarıp bilgilendirmesi anayasal görevidir.
Durum böyle olmasına rağmen bazı vatandaşlarımızın zikredilen hutbeye tepkilerinin altında yatan gerçek neden ne olabilir? Bence bu durum, bazı vatandaşlarımızın din algılarının çarpıklığından kaynaklanmaktadır. Geçen hafta Cuma günü bu konuyu üstü kapalı bir şekilde eleştirdiğim “Din algımız” başlıklı yazımı okumuşsunuzdur. Bu yazımda daha açık bir şekilde bu konuyu ele almaya çalışacağım.
O halde din nedir, nasıl anlaşılmalıdır?
Hayat yolculuğunda insanı ruhsal, zihinsel ve duygusal açıdan şekillendiren unsurların başında gelen din, teorik olarak insana bir hayat nizamı telkin ederken pratikte de telkin ettiği değerler ekseninde bir inanca sahip olmalarını ve bu inancın gereklerini yerine getirmelerini ister.
Din; insanın kişiliğinin ve kimliğinin inşasında, köklü, kuşatıcı ve evrensel bir sosyal kurum olarak hemen her türlü tutum ve davranışın belirleyicisidir. Bireysel ve sosyal hayatta dinin müdahil olamayacağı bir alan yoktur. Şayet bir din, inananlarına bir yaşam biçimi teklif etmiyor, dünya ve ahiret bakış açısı sunmuyorsa veya ortaya koyduğu ilkelerle hayatın tamamını kuşatmıyorsa o din, hayat için bir aksesuar olmaktan öteye geçemez.
Bir dine inanan kişi, o dinin telkin ettiği hayat tarzını benimsemeden veya ilke, ölçü ve değerlere bağlı kalmadan yaşama iddiasında bulunuyorsa, aslında başka bir inanç sistemine inanıyor demektir.
Yaşayışı Hristiyan, Yahudi veya Budist gibi olan bir Müslüman olmaz, olamaz.
Bu gerçeği Peygamber Efendimiz şöyle dile getirmiştir:
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz.”
“Kişi inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanır” sözü, bir kelam-ı kibardır. Bu söz Hz. Ali’ye (r.a) de nispet edilir.
İslâm dini bölünmez bir bütündür. Onun inanç, ibadet ve ahlak ilkelerine bütün halinde inanmak gerekir. Bu ilkelerden birini inkâr etmek, dolaylı olarak diğerlerini de inkâr etmektir. İslâm, işimize gelen kısmını alıp gelmeyeni atabileceğimiz bir inanç sistemi değildir. Onu bütünüyle kabul etmeyen, mü’min olamaz.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:
"Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir." (En’âm; 159)
Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlardan maksadın Yahudiler, Hristiyanlar veya müşrikler olduğu söylense de İslâm ümmeti içinde günümüzde ortaya çıkan gruplaşmalara (laik, muhafazakâr, çağdaş, çağdışı, ilerici, gerici, aydın, örümcek kafalı vb.) işaret edildiği de düşünülebilir.
“Yoksa siz Kitap’ın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Bakara, 2/85)
İsrailoğullarından bir kısım insanlar, kendilerine gelen Kitap’ın bazı hükümlerini görmezden gelmişlerdi. Hâlbuki “iman ettim” sözünün geçerliliği, iman esaslarının istisnasız kabulüne bağlıdır. Peygamberin Allah’tan getirip tebliğ ettiği şeylerde seçim yapmak, bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek inançsızlıktır. Kitabın tamamına inanmayan, onu kendine uydurmuş olur. Böyle yapanlar Allah’ı değil, kendi heva ve heveslerini ilah edinmiş olurlar.
Mümine yakışan; Allah'tan gelen her emre memnuniyetle teslim olmak ve o emri hakkıyla yerine getirmek için çaba sarf etmektir.
Fahri SAĞLIK
Emekli Müftü
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.