19.12.2025 15:48:00

Ruhumu Bir Kaba Sığdıramıyorum Ve Biz Böyle Değildik

Artık neredeyse her güne aynı cümleyle uyanıyoruz: Bir kadın daha öldürüldü. Haber bültenlerinde, sosyal medyada, gazetelerin üçüncü sayfalarında isimler değişiyor ama acı aynı kalıyor. Yaşı genç, hayalleri yarım, geride gözü yaşlı çocuklar, anneler, babalar bırakan kadınlar. Ve ne yazık ki bu haberleri okurken içimiz sızlasa da bir yanımız alışıyor. İşte asıl tehlike tam da burada başlıyor.

Biz böyle değildik. Bu topraklarda kadın; anneydi, bacıydı, emekti, bereketti. Kadına el kaldırmak ayıptı, günahtı, insanlığa sığmazdı. Bugün ise şiddetin dili gündelik hayatın içine sinsice yerleşmiş durumda. Öfke meşrulaştırılıyor, suç gerekçelendiriliyor, fail bazen kıskançtı, bazen sinirine hakim olamadı denilerek adeta aklanıyor. Oysa hiçbir gerekçe bir kadının canını almaya yetmez. Hiçbir bahane bir tokadı, bir bıçağı, bir kurşunu masum kılamaz. Toplum olarak iyi bir yerde değiliz. Kadın cinayetleri sadece bireysel birer adli vaka değildir. Bunlar; eğitimin, adaletin, ahlakın, vicdanın ve toplumsal değerlerin alarm verdiğinin açık göstergesidir.

Şiddet, yalnızca eli kaldıranın değil; susanın, görmezden gelenin, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenin de sorumluluğudur. En acı olan ise şudur: Birçok kadın öldürülmeden önce defalarca yardım istemiştir. Karakola gitmiş, mahkemeye başvurmuş, korunmak istemiştir. Sonra geriye keşkelerle dolu açıklamalar kalmıştır. Oysa bir kadını yaşatmak, bir dosyayı kapatmaktan daha değerlidir. Kadına şiddet bir erkeklik meselesi değildir. Tam tersine; güçsüzlüğün, kontrolsüzlüğün ve sevgisizliğin göstergesidir. Gerçek güç el kaldırmakta değil, el uzatmaktadır. Gerçek cesaret susturmakta değil, dinlemektedir. Gerçek insanlık korkutmakta değil, korumaktadır.

Bugün çocuklarımız bu haberlerle büyüyor. Şiddeti normal gören, öfkeyi çözüm sanan bir nesil yetişme tehlikesiyle karşı karşıya. Eğer şimdi dur demezsek, yarın daha ağır bedeller öderiz. Çünkü şiddet bulaşıcıdır; sessizlikle beslenir, cezasızlıkla büyür. Bu nedenle artık yüksek sesle şunu söylemek zorundayız: Kadına el kaldırmak kabul edilemez. Ne töreyle ne gelenekle ne sinirle ne de sözde namus kavramıyla açıklanamaz. Kadın yaşarsa toplum yaşar. Kadın güvende değilse, hiçbirimiz güvende değiliz. Biz böyle değildik ama yeniden böyle olabiliriz. Vicdanı diri, adaleti güçlü, merhameti merkezine alan bir toplum olmak hala mümkün. Yeter ki susmayalım, kabullenmeyelim ve her kadının yaşam hakkını kendi yaşam hakkımız gibi savunalım.

Bir de annelerimiz vardı. İmkanların kısıtlı olduğu, yokluğun kapıdan eksik olmadığı yıllarda bile evler yuva olmayı başarırdı. Annelerimiz kolay yaşamadı; erken kalktı, geç yattı, çoğu zaman kendinden vazgeçti ama evin direğini hiç yıkmadı. Bir tas çorbayı bölüştürürken sevgiyle bölüştörüdü, zorluğu sabırla yoğurdu. Yuva dediğimiz şey dört duvardan ibaret değildi; içinde merhamet, saygı ve emek vardı. Eskiden hayat zordu ama insanlar birbirine daha yakındı. Komşu komşunun kapısını çalardı, aile içinde sözün bir ağırlığı vardı. Annenin bakışı, babanın sessizliği bile terbiye ederdi insanı. Şiddet çözüm değil, ayıp sayılırdı. Kadın yuvanın kalbiydi; kalp durursa evin de duracağını herkes bilirdi. Bugün ise imkanlar arttı ama tahammül azaldı. Evler büyüdü, yürekler küçüldü. Yuva kavramı anlamını yitirirken, öfke konuşur oldu. Belki de bugün kaybettiğimiz şey tam olarak budur: Yuvanın kutsallığı. Bir annenin emeğini, bir çocuğun geleceğini, bir ailenin umudunu yerle bir ediyorlar. Unutmayalım ki yuva yıkılırsa toplum da yıkılır. Yuvayı korumanın yolu ise kadını korumaktan geçer.

Bazen insan kendini gerçekleştiremediğini hisseder. Adını koyamaz belki ama içten içe bir eksiklik dolaşır durur yüreğinde. Benimki de biraz öyle. Kim bilir, belki de beni diri tutan, çalışmaya mecbur bırakan o iç dürtü tam olarak budur. Eksik hissetmek ve tamamlanmamış olmak. Çünkü insan çoğu zaman yokluğundan değil, yetmediğini düşündüğünden yola çıkar. Durmak bana hiçbir zaman iyi gelmedi. Beklemek, tevekkül ile tembelliğin birbirine karıştırıldığı o gri alanda bana acizlik gibi görünür. Elbette sabır kıymetlidir lakin sabır hareketsizlik değildir. Sabır, yürürken taşımayı bilmektir yükü. Benim ruhum ise durduğu yerde çürüyen cinsten. O yüzden hareket hâlinde olmak, devran etmek, bir hâlden bir hâle geçmek beni cezbediyor. Akan suyun berraklığına inanıyorum.

Sürekli bir gayret içinde olmak, yalnız kendim için değil başkaları için de bir şey yapabilme ihtimali beni ayakta tutuyor. İnsanlara faydalı olmak, onları iyiye, doğruya, güzele doğru kanalize edebilmek işte bu bende tarifi zor bir iç huzuru oluşturuyor. Sanki içimdeki dağınıklık, başkasının yoluna ışık olurken toparlanıyor. Kendi yaralarım başkasının derdine merhem olmaya çalışırken sızlamayı bırakıyor. En garibi de şu: Hasetlik etmeden, kıskançlığa düşmeden, bir arkadaşının başarısıyla samimiyetle gururlanabilmek bende müthiş bir haz oluşturuyor. Çünkü insan, başkasının sevincine ortak olabildiği kadar insandır. O an içimdeki dar dünya genişliyor. Kalbim sadece kendime yetmeyen bir kap olmaktan çıkıp başkalarına da açılan bir haneye dönüşüyor.

Belki de kendimi gerçekleştirememiş hissetmemin sebebi tek bir noktada durmayı reddetmemdir. Belki benim yolum varılacak bir menzilden ziyade yürüyüşün kendisidir. Devran hâlinde olmak düşe kalka, yorula dinlene ama hep bir adım daha atarak ilerlemek. Şunu biliyorum: İnsan durduğunda değil, anlamını kaybettiğinde tükenir. Benim anlamım ise harekette, faydada ve samimiyette gizli. Ve galiba Rabbim beni tamamlanmış bir sonuçtan ziyade bitmeyen bir gayretle imtihan ediyor. Varsın olsun, yürümek bana yetiyor.

Kavak ağaçlarını hep sevmişimdir. Belki boylarından, belki rüzgârla konuşan dallarından ama asıl sebep onlara yüklediğim hatıralardır. Babamın vefatından sonra bir süre halamın evinde adeta hayata emanetçi olarak kalmıştım. Geceleri uykum, evin yanındaki kavakların rüzgârla çıkardığı o uğultuya karışırdı. Ne tam korku ne tam huzur. Bir gerilim vardı içinde ama insanı diri tutan cinsten. Sanki o sesler gecenin karanlığında yalnız değilsin der gibiydi. O kavaklar bana her zaman gökyüzüyle bütünleşmiş gibi gelirdi. Kökleriyle toprağa, dallarıyla semaya tutunmuşlardı. Yanlarından geçen dere onları öyle beslemişti ki adeta göğe merdiven dayamışlardı. Su sabırla akmış, kavaklar sabırla uzamıştı. Hayat da öyle değil miydi zaten? Sessizce akanlar, en çok yükselenler olurdu.

Nedense kendimi hep o ağaçlarla eş tuttum. İnce, uzun, rüzgâra açık ama kökleri derinde. Her savruluş bir kopuş değildi; bazen sadece esnemekti. Sonbahar geldiğinde yaprakları gazel olurdu. Dallarından kopan yaprakları toplar, tandır başında yufka ekmek yaparken ateşe atardık. O yapraklar bir ağacın vedasıydı belki ama bizim için ekmeğin, bereketin, sofranın parçasıydı. Hayatın döngüsünü o yaşta öğrenmiştim: Düşen her şey kaybolmaz, bazen başka bir şeye dönüşür. Bahar geldiğinde ise kavakların pamukları uçuşurdu. O beyazlık bana her zaman şefkati hatırlattı. Yaraları saran, sesi yükseltmeden varlığını hissettiren bir şefkati. Kavaklar o zaman korkutucu değil, anaçtı. Rüzgâr bile daha yumuşak eserdi dallarında. Bugün hâlâ bir kavak ağacı gördüğümde durur bakarım. Çünkü bazı ağaçlar sadece ağaç değildir. Kimi zaman bir baba sessizliği, kimi zaman bir gece korkusu, kimi zaman da şefkatli bir bahar sabahıdır. Kavaklar bana şunu öğretti: İnsan rüzgârda sallansa da köklerini unutmamalı. Çünkü göğe uzanmanın tek yolu toprağa sağlam basmaktan geçer.

Yazar: Ulaş Salih ÖZDEMİR

Ulaş Salih Özdemir, Kadına şiddet neden artıyor, Toplumda şiddetin normalleşmesi nasıl önlenir, İnsan kendini nasıl gerçekleştirir, Kavak ağaçlarının hatıraları nelerdir, Başkasının başarısına sevinmek mümkün mü, Hayatın anlamı ve bitmeyen gayret nedir, Kadın cinayetlerine karşı toplumun sorumluluğu nedir, Yuva kavramı ve kadının önemi nedir, Ulaş Salih Özdemir köşe yazıları


Ulaş Salih Özdemir

Işık'tan Kentsel Dönüşüm İçin Tarihi Adım ( GÖRÜNTÜLÜ HABER )
Altın Adamdan Güçlü İletişim ve Ortak Akıl
Özyolcu’dan Şehit Öğretmenler Anısına Vefa Dolu Turnuva
“Kitaplarla Yaşamak” Söyleşisi Yoğun İlgi Gördü
Geleceğin Bilim İnsanları Yetişecek...
Beylikdüzü’nde Eğitime Yakın Takip
Şeb-i Arûs’un Manevi İklimi Gönülleri Buluşturdu
Kentsel Dirençliliğin Yol Haritası Belirlendi
Türk Futboluna Yeni Antrenörler Yetişiyor
Özyolcu'dan Bilsem Sınavı Öncesi Moral Ziyareti
Kaçak Şekerleme Atölyesine Baskın. 9 Ton 400 Kilo Ürün İmha
Beylikdüzü Kış Festivali Başladı
Esenyurt’a 180 Dönümlük Yeşil Nefes Açıldı
Akçansa'ya Ortak Yarınlar Ödülü
Postacı; Sanat, Bir Toplumun Hafızasıdır
Minikler Mumya Balıklarını Yerinde İnceledi
Uyuşturucu Operasyonunda İlginç Detay
Masaj Salonlarına Fuhuş Operasyonu
Çakmak Barajı’na Su Verilmeye Başlandı
Tanış: “Bu eser, Mardin’in barışsever ruhuna armağanımdır”
Market Kıymasından Zehirlendikleri İddia Edildi

YAZARLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.