19.12.2025 14:17:00

Bergen’in Ardından: Bitmeyen Kadın Cinayetleri

Her sabah uyandığımızda haber sitelerini açmaya korkar olduk. Çünkü neredeyse her gün bir kadının adı, bir fotoğrafı, yarım kalmış bir hayatı düşüyor ekranlara. “Bir kadın daha öldürüldü…” Bu cümle artık sıradan bir haber başlığı gibi geçiyor önümüzden. Oysa bu cümlelerin her biri bir annenin, bir evladın, bir kardeşin, bir hayalin katledildiğini anlatıyor.

Biz böyle bir toplum değildik. Bu topraklarda kadın kutsaldı, ana baş tacıydı, yuva demekti. Bugün geldiğimiz nokta, toplum olarak ciddi bir vicdan ve ahlak sınavından geçtiğimizi gösteriyor. Kadın cinayetleri münferit değildir. Bu bir öfke anı, bir kıskançlık krizi, bir “sevgi” meselesi hiç değildir. Bu, kadını farklı gören, “benimsin” diyen, reddedilmeyi hazmedemeyen bir zihniyetin sonucudur.

Ve bu zihniyet, yeterince ağır cezalarla, güçlü bir hukuk iradesiyle ve kararlı bir toplumsal duruşla karşılaşmadıkça da ne yazık ki cesaret bulmaya devam ediyor. Bu ülkede Bergen vardı. Sesiyle yüreklere dokunan, yaşadığı acıları şarkılara döken bir kadındı. Yüzüne kezzap atıldı, tehdit edildi, şiddet gördü. Devlet koruması altındaydı ama yine de korunamadı.

1989 yılında, henüz 31 yaşındayken, bir erkek tarafından hayattan koparıldı. Bergen’in suçu neydi? Ayrılmak istemesi. Kendi hayatı hakkında karar vermek istemesi. Bergen yalnızca bir sanatçı değildi; o, bu ülkede “gitmek isteyen”, “hayır diyen”, “özgür olmak isteyen” binlerce kadının sembolüydü. Aradan onca yıl geçti ama Bergen’in kaderini paylaşan kadınların sayısı azalmadı, aksine arttı.

Soruyorum: Kaç Bergen daha toprağa düşmeli? Kaç çocuk annesiz kalmalı? Kaç anne evladının tabutuna sarılmalı? Artık yeter! Kadın cinayeti işleyenlere verilen cezalar üst sınırdan olmalıdır. “Haksız tahrik”, “iyi hal”, “kravat indirimi” gibi gerekçelerle hafifletilen her ceza, bir başka cinayetin kapısını aralamaktadır. Kadın cinayeti işleyen herkes istisnasız müebbet hapis almalıdır.

İndirimsiz, pazarlıksız, afsız. Çünkü bir hayatın bedeli olamaz. Çünkü öldürülen kadının geri dönüşü yoktur. Çünkü yarım kalan hayatlara “iyi hal” gerekçesi sunulamaz.

Ama mesele yalnızca cezalar da değildir. Bu bir eğitim, kültür ve zihniyet meselesidir. Erkek çocuklarına “güç” değil “merhamet”, “sahip olmak” değil “saygı” öğretilmelidir. Annelerimiz eskiden büyük zorluklar içinde yaşadı ama yuvanın ne demek olduğunu, sabrın ne olduğunu, insan olmanın kıymetini bilirdi. Bugün ise şiddet sıradanlaştırılıyor, öfke meşrulaştırılıyor, kadın susturuluyor.

Kadınlar ölmek istemiyor. Korkarak yaşamak istemiyor. Sadece yaşamak istiyor. Sevmek, çalışmak, ayrılmak, yeniden başlamak istiyor. Bu kadar basit bir hakkın bu kadar kanla ödenmesi, toplum olarak hepimizin ayıbıdır. Kadın cinayetleri artık son bulsun. Bergen’in sesi, öldürülen tüm kadınların çığlığıdır. Kadınlar yaşasın.

Kadınların yaşadığı zorluklar, sinemanın en güçlü aynalarından biri olmuştur. Çünkü sinema, yalnızca bir hikaye anlatmaz; toplumun görmezden geldiği acıları görünür kılar, susturulan sesleri duyurur. Dün de böyleydi, bugün de… Geçmişin karanlık sayfaları denildiğinde akla gelen ilk filmlerden biri Berdel’dir. Bu filmde kadın, iki aile arasındaki bir borcun ya da kan davasının bedeli olarak görülür.

Kendi hayatı, hayalleri, hatta bedeni bile ona ait değildir. Bir başka çarpıcı örnek olan Töre, namus adı altında kadına uygulanan baskıyı ve şiddeti tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer. Bu filmler, “eskiden böyleydi” denilerek geçiştirilen ama aslında kökleri derinlere uzanan bir zihniyetin belgesidir.

Zaman ilerledikçe anlatılar değişse de acı çok da değişmez. Mustang filmi, modern çağda bile genç kızların nasıl baskı altına alındığını, evin dört duvarının nasıl bir hapishaneye dönüşebildiğini anlatır. Eğitim, özgürlük ve gelecek hayalleri; “el alem ne der” cümlesinin gölgesinde yok olur.

Geriye Kalan ve Zerre gibi filmler ise şiddetin yalnızca fiziksel olmadığını hatırlatır. Ekonomik şiddet, yalnızlık ve çaresizlik de birer yıkım aracıdır. Kadın hem hayatta kalmaya çalışır hem de güçlü olmak zorunda bırakılır. Uluslararası sinemada da tablo farklı değildir.

Dünden bugüne sinema bize şunu söylüyor: Kadına yönelik şiddet, bir dönemin değil; bir zihniyetin ürünüdür. Ama acı aynı, gözyaşı aynı, mücadele aynı… Ve belki de bu filmlerin en büyük gücü şudur: Kadınların yalnız olmadığını hatırlatmak. Sessiz kalınan her şiddetin, anlatıldığında bir direnişe dönüşebileceğini göstermek. Çünkü sinema yalnızca geçmişi anlatmaz; bugünü sorgulatır ve yarına dair bir vicdan bırakır.

Yazar: Emin Karakuş

kadın cinayetleri, Bergen, kadına şiddete hayır, Emin Karakuş, kadın hakları, sinemada kadın, iyi hal indirimi, kadın cinayeti haberleri, toplumsal vicdan, kadın mücadelesi, töre cinayetleri, kadına yönelik şiddet cezaları,


Emin KARAKUŞ

Işık'tan Kentsel Dönüşüm İçin Tarihi Adım ( GÖRÜNTÜLÜ HABER )
Altın Adamdan Güçlü İletişim ve Ortak Akıl
Özyolcu’dan Şehit Öğretmenler Anısına Vefa Dolu Turnuva
“Kitaplarla Yaşamak” Söyleşisi Yoğun İlgi Gördü
Geleceğin Bilim İnsanları Yetişecek...
Beylikdüzü’nde Eğitime Yakın Takip
Şeb-i Arûs’un Manevi İklimi Gönülleri Buluşturdu
Kentsel Dirençliliğin Yol Haritası Belirlendi
Türk Futboluna Yeni Antrenörler Yetişiyor
Özyolcu'dan Bilsem Sınavı Öncesi Moral Ziyareti
Kaçak Şekerleme Atölyesine Baskın. 9 Ton 400 Kilo Ürün İmha
Beylikdüzü Kış Festivali Başladı
Esenyurt’a 180 Dönümlük Yeşil Nefes Açıldı
Akçansa'ya Ortak Yarınlar Ödülü
Postacı; Sanat, Bir Toplumun Hafızasıdır
Minikler Mumya Balıklarını Yerinde İnceledi
Uyuşturucu Operasyonunda İlginç Detay
Masaj Salonlarına Fuhuş Operasyonu
Çakmak Barajı’na Su Verilmeye Başlandı
Tanış: “Bu eser, Mardin’in barışsever ruhuna armağanımdır”
Market Kıymasından Zehirlendikleri İddia Edildi

YAZARLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.