Vakti zamanında bir köy varmış... Bu köyde sözü geçen, "ağa" diye anılan dört adam yaşarmış.
Bunlardan biri meyve tüccarıymış; sürekli bahçelerde dolaşır, yeni araziler peşinde koşar, köye her gelişinde "Benim elli oyum var!" diye böbürlenirmiş. Diğeri sırma saçlı, gösterişli mi gösterişli, köyün parlayan yüzüymüş. Üçüncüsü ise "Emrin olur abi!" demekten kendine söz hakkı kalmayan, başkalarının vekilliğini yapan, eli ayağı sürekli işte duran bir tipmiş.
Ama dördüncüsü... O başka bir âlemmiş. Köyün en tehlikelisi: Küçük enişte. Küçük enişte öyleymiş ki; her delikten içeri girer, her gördüğü ışığa koşar, her gün başka kabuk değiştirirmiş. Ağaların yanında güler yüzlü, arkalarında ise kırk dolap çeviren tam bir fırıldak... Dört ağa arasında en sinsisi, en kıvrak zekâlısı oymuş.
Köyde muhtarlık seçimleri yaklaşınca işin rengi değişirmiş. Meyve tüccarı elli oyuna güvenirmiş. Sırma saçlının elli oyu varmış. "Emrin olur" abinin de yine elli oyu olduğu söylenirmiş, ama o oylar aslında arkasındaki ağanınmış.
Küçük enişte mi? Onun sadece kırk dokuz oyu varmış. Ama her seçimde kazanan yine küçük enişte olurmuş. Çünkü herkes kendi oyuna çalışırken, küçük enişte kırk fırıldak çevirir, başkalarının oylarını kendi tarafına çekermiş.
Bir bakarsın muhtarı kendi adamı yapar, azaları da kendinden seçtirir, köyün bütün iplerini eline geçirirmiş. "Mühür kimdeyse Süleyman odur," derler ya... Köyde ne iş varsa küçük enişteden sorulur hâle gelmiş. Eski muhtarların adı bile unutulmuş. Üstelik küçük enişte bu köyün öz evladı bile değilmiş; başka köyden gelip köyün düzenini, köyün kaderini eline almış. Eskiden söz sahibi olan ağalar bile bir süre sonra kenara çekilip durumu kabullenmek zorunda kalmış.
Ne var ki eski ağa, küçük eniştenin bu fırıldaklıklarını sineye çekmemiş. Her davranışını gözlemleyip bir bir not almış. Köylüye kol kanat germiş; gençlere iş bulmuş, yaşlıya hürmet etmiş, çocuğa çocuk büyükle büyük olmuş. Köyün gençleri onu çok severmiş; "Bu işin adamı sensin!" diye desteklermiş. Eski ağa sonunda elindeki bütün verileri toplamış; küçük eniştenin çevirdiği dolapları dosya dosya ilgili yerlere ulaştırmış. Şimdi tüm köy nefesini tutmuş, seçim gününü bekliyormuş. Ve gökten üç elma düşmüş... Küçük enişte yine yapacağını yapıp: "İki buçuğu bana, yarımını da aranızda bölüşün!" demeye hazırlanıyormuş.
Aslında bu hikâyeyi çoktandır yazmak istiyordum. Ama bugün okuduğum bir yazıdan sonra kaleme almak farz oldu. Deprem bölgesinde, siyaset fark etmeksizin yapılan bazı sert eleştirileri haksız buluyorum. Yerle bir olmuş bir şehri ayağa kaldırmak kolay değildir. Ev yaparsınız, iş yerlerini yaparsınız ama altyapı bambaşka bir meseledir.
Bir yol yapmaya başlarsınız, elektrik ekipleri gelir kazmaya başlar. Onu kapatırsınız, bu defa doğal gaz girer devreye. Ardından Telekom... Ve siz aynı yolu, aynı kaldırımı, aynı hattı defalarca kez yapmak zorunda kalırsınız. Bu işler kim iktidarda olursa olsun zor iştir. Klavye başında oturup yazmak kolay; birilerinin yazdıklarının altına adını koyup uzaktan kumanda etmek kolay... Ama sahaya inmek, o çileyi yaşamak hiç kolay değildir. Klavye delikanlıları çoğaldı ama memleket sahada ayağa kalkıyor. Bu yüzden on bir ilde yaşayan insanların biraz daha sabırlı olması gerekiyor.
Unutmayalım: Geçmişten hesap sormayan, bugünden hesap soramaz.
Celil Kocataş
Anahtar Kelimeler: Küçük Enişte, Köy Hikayesi, Fırıldaklar, Muhtarlık Seçimi, Siyaset Metaforu, Deprem Bölgesi, Altyapı Çalışmaları, Celil Kocataş, Siyasete Eleştiri, Sabır ve İnşa