Gazze’den Şarm-El-Şeyh’e: Erdoğan’ın Liderliğinde Tarihin Yeniden Yazıldığı Coğrafya
Gazze’de yaşanan insani trajedi sadece bir bölgesel kriz değil, aynı zamanda tarihsel bir çağrıdır. Bu çağrı, yüzyıllar boyunca bölgeyi yöneten Türk milletinin hafızasında derin izler bırakmıştır. Osmanlı’nın mirası, bugün Türkiye’nin bölgeye bakışını şekillendiren en güçlü referanslardan biridir.
1917’de Osmanlı-İngiliz savaşları, Gazze için verilen en büyük mücadelelerden biriydi. Bu topraklar, sadece stratejik değil, aynı zamanda kültürel ve manevi bir değere sahiptir. İsrail’in modern varlığı bu tarihsel bağlamdan kopuk bir “garnizon yapısı” olarak görülmektedir. Türkiye ise bu mirasın doğal temsilcisi olarak sahneye çıkmaktadır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sadece Türkiye’nin değil, bölgenin tarihsel hafızasını temsil eden bir liderdir. Şarm-El-Şeyh’teki zirveye katılımı, yüzyıllara dayanan bir siyasi mirasın yeniden sahaya sürülmesidir. Erdoğan’ın liderliği, bölgenin doğal güç dengelerine dönmesi için bir katalizör görevi görmektedir.
İsrail’in bölgedeki varlığı birçok kişi tarafından bir “zihinsel işgal” olarak tanımlanmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan’ın vizyonu, bu işgalin ötesine geçerek bölge halklarının kendi tarihine ve kimliğine dönmesini hedeflemektedir. Bu, sadece Gazze için değil, tüm Orta Doğu için bir yeniden doğuş anlamına gelir.
Türkiye’nin temsil ettiği imparatorluk aklı, bölgeye barış, refah ve adalet getirecek bir vizyon sunmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde kurulacak yeni masalar sadece diplomatik değil; tarihsel ve ahlaki bir yeniden yapılanmanın da temelini atacaktır. Yirmi birinci yüzyıl bu dönüşüme tanık edecektir.
“Zihinsel işgal,” “garnizon devlet” gibi ifadeler güçlü retorik unsurlar taşır. Ancak bu tür söylemler, çözüm odaklı diyalogların önünü kapatabilir. Bölgedeki barış ve refah, tüm tarafların haklarını tanıyan, karşılıklı güvene dayalı bir yaklaşımla mümkün olabilir.
Türkiye, tarihe bağları ve bölgesel etkisi nedeniyle Filistin meselesinde aktif bir rol üstleniyor. Şarm-El-Şeyh’teki gibi temasların amacı, bölge halklarının barış içinde yaşamasını sağlamak olmalı. Ancak tarihsel yönetim, günümüzdeki egemenlik haklarını otomatik olarak belirlemez. Modern Uluslararası hukuk, halkların kendi kaderlerini tayin hakkını esas alır.
İsrail, 1948’de Birleşmiş Milletler planı doğrultusunda kuruldu ve bugün Birleşmiş Milletler üyesi bir devlettir. Filistin halkının devletleşme süreci hâlâ devam etmekte ve uluslararası toplumdan geniş destek görmektedir. Türkiye, bölgedeki önemli aktörlerden biri olarak diplomatik, insani ve siyasi girişimlerde bulunuyor. Ancak bu girişimlerin barışçıl, kapsayıcı ve uluslararası hukukla uyumlu olması beklenir. Ortadoğu’daki geçmiş yönetimler, Osmanlı mirası, günümüz jeopolitik dengeleri ve İsrail-Filistin çatışması gibi meseleler, farklı halklar ve devletler için çok güçlü duyguları barındırıyor. Bu nedenle, bu tür görüşler dile getirilirken hem tarihsel gerçekliklere hem de günümüz uluslararası hukukuna ve insan haklarına dikkatle yaklaşmak gerekir. Osmanlı İmparatorluğu, Gazze dahil olmak üzere Filistin topraklarını yaklaşık 400 yıl boyunca yönetti. Bu dönem boyunca bölge, farklı etnik ve dini grupların bir arada yaşadığı bir yapıya sahipti.